Eğitim denince akla ilk gelen genellikle akademik derslerdir fakat eğitim yalnızca bundan ibaret değildir. Biz öğretmenlerin görevi öğrencilere yalnızca okulda Türkçe, matematik, fizik, kimya vs. gibi bilim dallarına ait gerekli bilgileri aktarmak değil, aynı zamanda öğrencinin birey olmasını sağlamak ve toplum içerisinde “mutlu” olarak yaşamayı aşılamaktır. Özellikle lise çağındaki öğrencilerin içinde bulunduğu kritik yaş grubu düşünüldüğünde oldukça hassas davranmak gerekiyor. Ergenlik çağındaki temel sorunlar göz önüne alındığında öğrencilerin okul dersleri dışında büyük bir desteğe ihtiyaç duydukları da açıkça ortaya çıkıyor.

Aile yapısı, çağın değişimi, toplumdaki dinamiklerin değişmesi gibi sorunlar öğrencilerin motivasyonlarını da -özellikle öğrenme motivasyonlarını- oldukça kötü etkiliyor. Haliyle biz öğretmenlerin temel görevleri arasında bu öğrencileri psikolojik olarak desteklemek çok büyük yer tutuyor. Öğrenciler, tahtada ders anlatan öğretmenlerine baktıklarında onları yalnızca bilgi aktaran ansiklopediler olarak görmemeliler. Sınıfın içinde gezen öğretmenin öğrencilere hem alanına dair bilgi aktarması hem de -özellikle sınıfın dışında- tıpkı bir ağaç gibi öğrencileri gölgesinin altında koruması gerekmektedir. Bu tarz bir ilişki içerisine giren öğretmen ve öğrencinin hem diyaloğu daha sağlam olacak hem de öğretmenin aktardığı tüm bilgiler öğrencide istendik yönde davranışların oluşmasını sağlayacaktır.

Bir öğretmen için bu iletişimi sağlamak çok büyük bir emek, vakit ve güç harcamayı gerektirmektedir. Zaten öğretmenliğin çok yıpratıcı bir meslek olmasının temelinde de işte bu iletişim sorununu ortadan kaldırmayı hedefleme düşüncesi yatmaktadır. Yüzlerce hatta binlerce öğrencinin ayrı ayrı sıkıntılarını dinlemek, elinden geliyorsa çözüm üretmek; dersi daha iyi anlatmak için çabalamanın yanı sıra öğrencilerin sorunları için mücadele etmek bir de bunların üzerine kendi hayatının sıkıntılarıyla uğraşmak oldukça yorucu bir iş. Ancak ne kadar yorulursak yorulalım, mademki bizler ülkemizin geleceği olan çocuklarımızı -yani direkt olarak ülkemizin geleceğini- yönlendiriyoruz, o halde bu ülkede en çok yorulması gereken de bizler değil miyiz? Benim gibi uzun süredir öğretmenlik yapan meslektaşlarımın hepsi iyi bilirler; dersine girdiğimiz, zamanında ilgilendiğimiz bir öğrenci uzun yıllar sonra karşımıza çıktığında -başarılı olduğunu duyuyorsak- yılların yorgunluğu bir anda uçup gider, gözlerimizde sevinç damlaları birikmeye başlar. Dolaysıyla bütün bir ülkenin başarılı olduğunu görmenin bizler üzerindeki etkisini ve bizlerin yorgunluğunu yok edişini tahmin etmek zor değil.

Tüm bunlar düşünüldüğünde öğretmenliğin ne kadar kutsal ve ne kadar zor bir meslek olduğu tekrar anlam kazanıyor. Öğrencilerimizi bilimin ışığında, akademik açıdan yetkin bir şekilde yetiştirmek, sürekli olarak onların yanında olduğumuzu hissettirmek ve hatta bütün bir ülkenin ve bütün bir toplumun inşasını ve düzenini üstlenmiş olmak, bu bilinçle hareket etmek bir öğretmen için en onurlu durumdur.