Gerçeğin kırıldığı, rüyaların konuştuğu, fısıltıların yankıya dönüştüğü 11 ayrı hikâye, izleyicisini arıyor. Belki bir aşkın kıyısında, belki bir kâbusun tam ortasında... Perde aralanıyor. Hangi hikâyeye dokunacaksın?
RABİA ŞAHİN/ANKARA-BHA
Karanlık, insan zihninin kıyısında çöreklenmiş bir fısıltıdır. Uykusuz gecelerin göğsünde gezinen düşünceler, bazen eski bir şarkının kıyısına ilişir, bazen çok tanıdık bir yabancının gözlerinde yankılanır. O yankılar, gözle görülmez, elle tutulmaz; ama parlak fayanslara siner, kararan gümüşlerde saklanır, gece boyunca karanlık koltuklara ilişmiş uykularda soluk alır. Onlar, unutulmuş anıların küllerinden doğan seslerdir.
Kimi geceler olur, sessizlik bile fısıldar. Camdan sarkan ışıklar, kaldırımlarda uzayan gölgeler, boş bir bankta unutulmuş bir bakış... Her an bir şey anlatmak ister. Şehir, derin bir nefes gibi içimize dolar. O saatlerde insan, kendi iç sesini yalnızca duymakla kalmaz, onunla yüzleşir. Ve bazen, gözlerini kapattığında bir sahnenin tam ortasında bulur kendini: Sisli bir ormanın içinde kaybolmuş bir çocuk, pas tutmuş bir aşkın kıyısında suskun bir kadın, geçmişin hayaletleriyle tokalaşmaktan başka çaresi kalmamış bir dev adam...
Bu hafta o perde, 11 farklı hikâyeyle aralanıyor. Aralarında bir tanesi var ki, rüya ile uyanıklığın sınırında, gerçeklikten uzaklaştıkça kendine daha çok yaklaşan bir karakterin yolculuğuna ortak ediyor bizi...
Gerçeğin ve sanrının eşiğinde: Hurry Up Tomorrow
Bir müzisyen... Uykusuz gecelerle harap olmuş bir beden, geçmişin yükünü omuzlarında taşıyan bir ruh. Ve bir yabancı... Fısıltılarla başlayan karşılaşma, bir akıl oyununa, hatta belki bir varoluş hesaplaşmasına dönüşüyor.
Trey Edward Shults’un yönettiği filmde The Weeknd, Jenna Ortega ve Barry Keoghan gibi yıldızlar yer alıyor. Film, yalnızca sürükleyici bir gerilim değil; bilinçaltına yapılmış bir keşif. Müzik, hafıza ve kimlik üçgeninde dönen bir girdap. Gerçeğin çözüldüğü yerde insanın özüyle karşılaştığı bu film, haftanın en derin deneyimlerinden biri.
Kalbin sancısını taşıyanlar: Dramın sessiz çığlıkları
Kimi hikâyeler yüksek sesle bağırmaz; ama ruhun derinlerinde yankılanır. Bu hafta dram kanadında, hem bireyin içsel çatışmalarına hem de toplumsal baskıların kıskacına ışık tutan yapımlar var.
“Ayak Takımı”, Jennifer Coolidge ve Ed Harris gibi usta isimlerle geçmişin gölgesinden sıyrılmaya çalışan bir adamın trajikomik yaşam mücadelesine odaklanıyor. Dito Montiel’in yönetmenliğinde aksiyonla beslenen bir dram.
“Gülizar” ise bambaşka bir yalnızlığı konu alıyor. Ailesinin zoruyla, kendi iradesi dışında nişanlanan genç bir kızın sessiz isyanı... Belkıs Bayrak’ın dokunaklı anlatımıyla, gelenek ve özgürlük arasındaki ince çizgide yürüyen bir kadın hikâyesi.
Gecenin içinden gelenler: Korkunun karanlık yankıları
Bazı geceler sadece karanlık değil, anlamını bilmediğimiz hislerle de doludur. Bu haftaki korku yapımları, o bilinmeyen hislerin vücut bulmuş hali gibi.
“Son Durak: Kan Bağı”, kabusların tekrar ettiği bir döngüde sıkışıp kalan üniversite öğrencisi Stefanie’nin hikayesini anlatıyor. Korkunç bir sona yaklaşan ailesini kurtarmak için, gerçeğin kıyısında dolaşan bir genç kadının çaresizliğini işliyor.
“Dehşet Ekranı: Habis Ruh”, YouTube için içerik üretmeye çalışan bir çiftin, lanetli bir çiftlik evinde geçen bir gece boyunca yaşadıkları paranoyayı merkezine alıyor. Kendi içeriklerinin kurbanı olan karakterler üzerinden korkunun dijital yansımalarına cesur bir bakış sunuyor.
Gülümsemenin tam zamanı: Kalpten gelen komediler
Gülmek, bazen en büyük direniştir. Hayatın ağırlığını omzundan atmak isteyenler için bu hafta vizyonda sıcak, yerli bir komedi var.
“Sıcak Büfe”, küçük bir mahalle büfesinde geçen ve sıradan insanların hayatlarını bir gecede altüst eden olayları anlatıyor. Hakan Yılmaz, Barış Yıldız ve Esra Kızıldoğan’ın yer aldığı yapım, mahalle kültürü, aile bağları ve dostluk üzerine kurgulanmış sıcacık bir hikâye.
Rüyaların peşinden: Gençlik ve tutkunun dansı
Hayallerin peşinden gitmek bazen bir meydan okuma, bazen de bir aşkın adı olur.
“Haydi Tut Elimi”, dans tutkularının peşinden gitmeye kararlı Duygu ve Kaan’ın mücadelesini anlatıyor. Tuğçe Soysop’un yönetmenliğinde, gençlik, azim ve dostluğun öne çıktığı umut dolu bir hikâye.
Müzik ve gerçek zaman: Sahnenin büyüsü
Müzik sadece bir ritim değil; bir yaşam biçimidir. Bu hafta, gerçek bir sahne büyüsü beyaz perdeye taşınıyor.
“Ateez World Tour: Towards the Light - Will to Power”, Güney Koreli grup Ateez’in dünya turnesini, sahne arkası ve sahne önüyle birleştirerek sunuyor. Sadece hayranlarına değil, müziğin evrensel gücüne inanan herkese hitap eden bir müzikal belgesel.
Bir kahramanlık hatırası: Efsane yeniden vizyonda
Bazı hikâyeler hiç eskimez, sadece tekrar yaşanmak ister.
“Örümcek-Adam 2”, Sam Raimi'nin 2004 tarihli unutulmaz klasiği yeniden beyazperdede. Tobey Maguire’ın Peter Parker’ı, duygusallığı ve kahramanlığıyla nostalji sevenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Hayal gücünün ülkesi: Çocuklar için animasyonlar
Çocuklar için sinema, gerçekliğin değil hayalin peşinden koşmaktır.
“Orman Çocukları”, şehirli bir grup çocuğun, ormanda yaşayan doğa dostlarıyla yaşadığı karşılaşmayı konu alıyor. Doğa sevgisi, dostluk ve ekip olma duygusu animasyonun temel taşları arasında.
“Parmak Çocuk Emma” ise hayvan krallığında tek insan olan küçük bir kızın, kim olduğunu keşfetme ve gerçek ailesine ulaşma yolculuğunu anlatıyor. Macera ve sevgiyle yoğrulmuş, rengârenk bir hikâye.
Perde açılıyor, ışıklar sönüyor. Her film, başka bir dünyanın kapısını aralıyor. Kimi kalbinde bir yarayı saracak, kimi zihninde yeni sorular bırakacak. Perde ağır ağır aralanıyor, salonu saran loşlukta ışıklar birer birer sönüyor. Dışarıdaki dünya geride kalıyor; kalp atışları yavaşça perdeye yansıyor. Her film, bir başka evrenin kapısını aralıyor; bazısı seni bir çocukluk hatırasının eşiğine bırakıyor, bazısı hiç bilmediğin bir korkunun içine çekiyor.
Kimi bir yaranın üzerini yavaşça örter, kimi yıllardır dokunulmamış bir soruyu kalbine fısıldar. Kimi suskunluklara ses, kimi unutulmuşlara hatıra olur. O karanlıkta, hikâyeler yalnızca izlenmez; yaşanır, hissedilir, içimizde bir yerlerde yankı bulur.
Bu hafta sinema, gözle değil kalple görülmek, kulağa değil ruha işlemek için orada. Hikâyeler hazır, perdeler açık, dünya bir anlığına durmaya razı.
Hangi hikâyeye dokunacaksın?
Belki de hiç okunmamış bir hikâye olacaksın…